Fazıl Say Konseri

Babamla bir sohbetimizde babam demişti ki,

4 ana erdem vardır: cesaret, basiret, adalet, itidal.

Basireti sormustum nasil aciklarsin diye. Şöyle demişti: Basiret gönül gözüdür, vicdanın simgesidir, sezgi bedenin herkesin kullanmadığı ileri bir fonksiyonudur. Örneğin göz maddenin dışını, basiret ise derinliğini inceler yani biri maddeye, diğeri manaya hakimdir ve birlikte kesin bilgiye ulaşılır.

Özet olarak da demişti ki, edinilen bilgilerle kişi aklı selim seviyesine çıkar. Bu seviyeye 4 ana erdemi ve sezgiyi ilave edersen basiret sahibi akıl olur.

Bu 4 ana erdem Gladyatör filminde de var. Bunu ayrıca başka bir yazımda ele alabilirim.

Bugünkü yazımda 4 ana erdem Temmuz ayında Enka Sanat’ta izlediğim Fazıl Say konseri açısından yorumlamak ve duygularımı paylaşmak istiyorum.

O gece konser salonunda sadece Fazıl Say piyano çalmıyordu. Yoğun sekilde hissedilen akışta olma hali vardı.

Akış, Mihaly Csikszentmihalyi tarafından tanımlanan bir zihinsel durum: Bir işe ya da deneyime tamamen odaklanmak, zamanın ve benliğin farkındalığını yitirmek, sadece “an”da kalmak anlamına geliyor.

O konserde sanki geçmiş yoktu, gelecek yoktu, sadece “şimdi” vardı. Fazıl Say’ın sahnedeki varlığı, tam anlamıyla “akış hâli”nin bedene bürünmüş hâliydi. Seyirciler olarak bizler de sadece dinlemiyorduk; biz de onunla birlikte o akışın içindeydik. Ve şimdi o geceye baktığımda, o akışın içinde, dört temel erdem vardı.

Cesaret – Kendin olarak kalabilmek:

Onun sahnedeki cesareti çok tanıdık geldi.

O, alışılmışı bozmaktan çekinmiyordu:

Piyanoyu çalarken bazen piyanonun içine uzanıyor, tıngırdatıyor, farkli esintiler katıyor, çalmadan önce parçanın hikayesini anlatıyor ve içinden geldiği şekliyle çalıyordu. Kendisi olmaya cesaret ediyordu.

Basiret – Sezgisel bir yön bulma hâli

Konserin akışı o kadar doğaldı ki…

Hiçbir şeyi tahmin etmeme gerek yoktu.

Her şey zaten olması gerektiği gibiydi.

Ben sadece izlemiyordum;

o anın içindeydim ve o müzik beni götürüyordu. Csikszentmihalyi’nin dediği gibi, zorlukla becerinin dengelendiği, zamanın eridiği bir akıştı bu. Ve bu hâl bana basiretin — sadece akıl değil, sezgisel görme hâlinin — nasıl bir şey olduğunu hissettirdi.

Adalet – Her şeye ve herkese alan açmak

Müziğinde hiçbir duygu diğerini ezmiyor, her tema sakinlik ve kendi hızıyla kendine özgü bir alan buluyordu. Sanki sadece eserler değil de duygular da adilce akıyordu.

İtidal – Ahenk içinde denge hâli

Her şey yerli yerindeydi.

Ne çok coşkulu, ne fazla durgun, ne gösterişli, ne de silik. Fazıl Say çalarken abartmıyordu.

Tam olması gerektiği kadarını veriyor, sonra çekiliyordu.

Bu hal, benim de içime yayıldı.

Duygularım geldi geçti ama hiçbirine takılıp kalmadım. Sadece aktım.

Ben o konseri sadece dinlemedim.

Ben o konserde akıştaydım.

Ve o akışın içinde, dört ana erdem — cesaret, basiret, adalet ve itidal sadece kavramlar olarak değil, yaşanmış hâller olarak karşıma çıktı.

Dinlerken çoğunlukla gözlerim doldu,bazen içime neşe doldu, bazen o kadar duygulandım ki oğluma bakıp onun da bu konseri izledigine şükrettiğim anlar oldu. Ve en çok da var olduğumu hissettim.

Kendimle, ailemle ve salondaki kisilerle aynı yolculukta hissettim. Konserden çıktığımda içimde sadece müzik değil, bütünlük, huzur ve bu deneyimi yaşamanın gururu vardı.

ICF Uluslararası Koçluk Haftası 2025


2018 yılında Agile Koç pozisyonuna geçerken profesyonel koçlukla tanıştım ve bu deneyimin hayatımdaki etkisini gördükten sonra 2020 yılında Adler Koçluk Okulu’na başlayarak koçluk yolculuğuma adım attım. Koçluk, “olmak” değil bir yolculuk ve bu yolculukta olmaktan mutluyum. Hem kişisel gelişimimde hem de profesyonel hayatımda koçluğun çok yönlü katkılarını deneyimliyorum. Şu anda Garanti BBVA Teknoloji’de Agile Koç olarak çalışıyor, aynı zamanda bankanın gönüllü iç koçları arasında yer alıyorum. Koçluk, Agile Koçluk pratiğime ve bakış açıma derinlik katiyor.
13-14 Mayıs 2025 tarihlerinde bankamız iç koçlarını ICF’in her yıl düzenlediği “Uluslararası Koçluk Haftası” etkinliklerine davet etti. 13 Mayıs’ta yüz yüze gerçekleştirilen etkinlikte katıldığım oturumlardan aklımda kalanları paylaşmak istiyorum.

Beyza Erdem Balcı, ICF Türkiye Yönetimi Kurulu Başkanı: Açılış konuşmasında Alice Harikalar Diyarında masalını koçluk ilişkisine benzeterek koçlukta tanıdık diye bir şey var mı diye sordu. “Zamanın peşinden mi koşuyorsunuz yoksa onunla mı akıyorsunuz?
Sadeleşerek, küçülerek, egoyu bırakarak kapıdan geçmek mümkün mü?”

Koçluk bakış açısından en çarpıcı vurgu, egoyu bırakmanın ve sadeleşmenin hem bireysel gelişimde hem de danışanla temas kurmada anahtar olduğudur.
Agile koç açısından ise, karmaşık organizasyonlarda zamanla akabilmek, direnç yerine akışa liderlik etmeyi getirir.

Tamer Levent, Oyuncu, Yönetmen, Yazar: Semptomları çözmeye odaklanmak yerine bütüncül bakmanın önemini, multidisipliner düşünceyi vurguladı. İyi-güzel-doğru ve sonrasında değişen haliyle etik-estetik-adalet kavramından bahsetti.
“Sanat, tıpkı insan vücudu gibi yaşamı düşünmek, algılamaktır. Karşınızdaki insana koçluk ile sanat yolculuğunda olduğunu söylerseniz bu ona anahtardır.”

Koç olarak danışana bütünsel yaklaşmak, onun içsel sanatını fark ettirmek güçlü bir dönüşüm başlatır.
Agile koç olarak sistemin yalnızca semptomlarına değil, yapısal desenlerine odaklanmak dönüşümde kalıcılığı sağlar.

Akan Abdula, Sonuçlar Çağı:
İnsanın metalaştırılacağından ve dijital oligarklar tarafından kullanılacağından bahsetti. Liderliğin önümüze başka bir değer setiyle gelmeye başladığından ve koçluğun bu süreçte her zamankinden daha önemli olacağından bahsetti. Bize empoze edilen yeni simülasyonlara nasıl tepki vereceğimiz yerimizi belirleyecek dedi.
Bir kişinin en verimli yaşının artık 50 civarı olduğundan bahsetti.

Profesyonel koç açısından bu vurgu, bireyin dijitalleşme karşısındaki duruşunu netleştirmesi için kendini tanımasının kritik olduğudur.
Agile koç olarak, liderlerin yeni değer setlerini anlaması ve ekiplerine bu farkındalıkla yön vermesi geleceğe hazırlık sağlar.

Prof. Dr. Henna Nita Scherler, Gestalt Psikoterapisti:
“Bir yetişkin olarak, etrafımdaki kişilerin beni kapsamasını beklemek doğal değil. Uyaranın kendisi ile değil, ona atfettiğim anlam ile temas ediyorum. Bu ne demek? Kendimi, kendi kurguladığım hikayeme hapis tutuyorum demek. İşlevsel mi? Değil. Değişmesi lazım.
Zihin her an sonsuz olasılıkla model geliştirme kapasitesine sahiptir. Bu model, geliştirebileceği modellerden sadece bir tanesi.
Peki ben modelin değişmesi gerektiğini nasıl anlayacağım? Zorlanınca anlayacağım. Zorlanmak bir değişim çağrısıdır.
İhtiyacım ne? İnsan olarak hayatın barındırdığı tüm kutupları kapsayarak onlarla temas edebilmek.
Ben olmasam da yaşam var. Olmam yaşama nasıl fayda sağlayacak?
Bağlantıda olduğum yaşam ağacındaki mevcut ağların ortaya çıkmasını sağlayarak…
Diğeriyle ilişkim, kendimle ilişkim yansımasıdır. Danışanla birlikteyken insan olmak değerli.
Sonrasında ne yaptım, neye göre yaptım diye düşünebilirsiniz.”

Profesyonel koç olarak, kişinin zorlandığı anları gelişim fırsatına çevirmesi için bu anlara şefkatle bakması dönüşüm için kritiktir.
Agile koç açısından zorlanmalar, ekiplerin büyüme ve çeviklik kapasitesini ortaya çıkaran doğal eşiklerdir.

Uzm. Psk. Leyla Varan Sartore: Transaksiyonel analizden bahsetti.
Siz karşınızdakini çocuk olarak görürseniz, karşınızdaki siz oluyorsunuz ve zor anlarda ebeveyninizin size çocukken davrandığı gibi davranabiliyorsunuz.
“Önemli olan ne yaptığınız değil. Hangi ego durumundan yaptığınız ve çocuk ya da ebeveyn ego durumunda bulunma sürenizi kısaltmanız.”

Koç olarak hangi ego durumundan hareket ettiğimizi fark etmek, danışanla güvenli bir ilişki kurmanın ön koşuludur.
Agile koç olarak, ekiplerle olan etkileşimimizde ‘yetişkin’ ego durumunda kalmak psikolojik güvenliği güçlendirir.

Ercüment Büyüksener – Benliğin Yankısı: Dijital İkizlerle Geleceğe Konuşmak:
Ercüment Bey dijital ikizi ile sahneye çıktı, onun da sesini duyduk ve soruları yanıtladı.
“Değişim ve dönüşüm insandan başlıyor. Teknoloji yerimize değil yanımıza gelecek.
Psikolojik Liderlik > Yapay Zeka”

Koçlukta en güçlü dönüşüm teknolojide değil, bireyin içsel liderliğinde başlar.
Agile koç olarak, teknolojiyi araç olarak gören, insani kapasiteyi merkeze alan liderliği teşvik etmeliyiz.

Dilek Yıldırım – Koçlukla İlham:
“Supervizyon koçun kendisine bakması ve hakikati görmesidir.
Supervizyon şefkatle senin nasıl biri olduğunu da görür.”

Koç için süpervizyon, kör noktaları görmek ve sürekli gelişimi sürdürebilmek adına vazgeçilmez bir aynadır.
Agile koç için de içgörü kazanmak ve yansıtıcı pratiklerle ilerlemek sürdürülebilir etki yaratır.

Aykut Erçetin – Futbolda Koçluk:
Futbolda koçun misyonu güçlendirilmiş kişilik oluşturmak.
Dış provokasyonlara daha az odaklı olmak ve odağını dışarıdan kendine yöneltmek olduğunu belirtti.
Koçluğun fiziksel performans (varım), mental güç (hazırım) ve gelişmiş kişilik (oldum) açısından destekleyici olduğunu belirtti.
Bir yüzücü annesi olarak ben de koçluğun yüzmede de çok fayda yaratacağını gözlemliyorum, düşüncelerimi destekleyen bir sunum oldu.

Koçlukta amaç, bireyin ‘hazırım’ ve ‘oldum’ demesini sağlayacak öz kaynaklarıyla temas etmesine eşlik etmektir.
Agile koç olarak, ekiplerin dışsal tetikleyiciler yerine içsel güdülerle harekete geçmesini sağlamak çeviklikte derinlik kazandırır.


Yüksek Performanslı Takım Olmak

Sizlere iyi bir takımı tanıtmak istiyorum. Bunun nedeni bu takımın birbirine kenetlenmesinden, başarılarından, tek yürek olmasından etkilenmiş olmam ve hepsinin yanında bu takımın üyelerinin yaşının 8 olmasi.

Oğlum Can 2 senedir Enka alt yapı yüzme takımında ve biz Kasım ayında ilk resmi yarışımıza katıldık.

Yarış hem keyifli hem verimli geçti ve iyi ki izin aldım da o ortamda bulundum dediğim anılar bıraktı bende.

Yarışmaya katılan tüm sporcular ve tüm takımlar çok iyiydi, hepsi ellerinden gelenin en iyisini yaptılar ama gördüğüm farkları da vurgulamak istiyorum.

Enka yüzme takımı ve veliler 2 gün boyunca hep birbirini destekledi, takım ruhunu derinden bize yaşattı. Veliler olarak sıkı antrenman programlarından zaten kaynaşmış durumdayız; bu yarışta herkesin birbirini ne kadar sevdiğini ve değer verdiğini yeniden gördüm. Örneğin bunun bir işareti olarak veliler erkenden gidip en güzel yerlerden birbirine yer tuttu, tribunde sporcularin yakinda oturulmayacak gibi kurallara uyuldu ve kimin çocuğu yüzüyor fark etmeksizin tüm enka bonelilere kendi çocuğu yüzüyormuşçasına tezahüratlar yaptı.

Yüksek performanslı takımların başarı getirdiğini biliyoruz. Sıkı çalışmak kadar motivasyonun, birbirini sevmenin, değer vermenin, koruyup kollamanın, bireyselden ziyada takıma ve bütüne odaklanmanın başarıda ne kadar katkısı olduğunu gösterdi bize. Ve sevgili antrenörlerimizin her bir çocuğa şefkat, sevgi, ilgi ve disiplinle yaklaşması, onların başarılarını tebrik edip heyecandan şu ya da bu sebeple bitiremeyen olursa o durumu da kabul ederek yola devam etmesi takdire şayandı.

Yarış öncesi ellerini üst üste koyarak “şşş Enka” yapmaları da çok güzeldi.

Bu çocuklar bir yandan birbirinin rakibi fakat hangisi yüzerse onun adıyla ve “Enka Enka” bağırışlarıyla çınladı tribünler.

Gurur duyuyorum. Nice başarılarınız olsun.

Agile Türkiye Summit 2024 Notlarım

24 Ekim 2024 tarihinde gerçekleştirilen Agile Türkiye Summit 2024 etkinliğinde hem dostlarla kaynaşma fırsatı yakaladım hem de agile dünyadaki yeni gelişmeleri dinleme fırsatına eriştim. Bu etkinliği düzenleyen agileturkey takımına emekleri için çok teşekkür ederim.#Bengüdenkısakısa oturumlarda aldığım en önemli gördüğüm noktaları sizlerle paylaşmak isterim.

-Diane Larsen tarafından “The Evolution of Agile From Then ’til Now” açılış konuşmasında agile ın hayatımıza bir anda girmediğini, evrimsel bir süreç ile oluştuğunu timeline üzerinden günümüze kadar açıkladı ve gelecekte de agile in var olmaya devam edeceğini vurguladı.

-Joan Hinterauer tarafından “from Agile to Adaptive- How an İnvitation-based Change Model Rocks your Transformation” konuşmasında activation process versus implementation process gösterdi ve activation process önerdi. Bu konuda özet bilgiler içeren slaytı ekliyorum.

-Tolga Kombak tarafından gerçekleştirilen sunumda Enterprise Agility Index hesaplamasından bahsetti ve organizasyonlarda lean yalın yaklaşım ile karmaşık süreçleri yalınlaştırmanin önemini vurguladı. Organizasyonlarin kültürünün gölge gibi olduğundan ve duruş, iş yapış şekli değişmeden gölgenin değişmeyeceğinden (doing agile) ve ancak bu değişiklik sonrası değerlere gidebilecegimizden (being agile) bahsetti. Feedback benzeri geleceği sekillendirici feedforward ifadesini kullanması çok hoştu, bu konudaki görseli ekliyorum.

-Jurgen hesselberg tarafından gerçekleştirilen “Beyond the Hype: Real AI Benefits and the Future of Agile Leadership” konuşmasında chatgpt nin Dunning Kruger effect açısından incelenmesi enteresandı. Dunning Kruger effect teki wow chatgpt tüm sorularımı yanıtlıyor un aslında tam da öyle olmadığını gösteren görseli ekliyorum. AI kullanımında içeriye data koymanın daha doğru sonuclar üretmedeki öneminden bahsetti. AI kullanımının herkesi daha üst seviyeye taşıyacağını vurguladı.

-Jasmine Benson “Ditching Dogma: Changing Change with Neuroscience” konuşmasında doing agile seviyesinin gerçekten agility olduğu anlamına gelmediğini, being agile seviyesine gelmenin öneminden bahsetti. Davranış değişikliğinin değişimden yeterli olmadığından, davranış değişikliğine odaklanmak yerine davranışı yaratan alışkanlıklara ve faktörlere odaklanmanın önemini vurguladı.Siz insansınız. Beyniniz ve vücudunuz ile birlikte çalışın, karşısında değil diye vurguladı. Bir de eğlenceli aktivite yaptırdı. 3 e kadar saydı ve herkesin sinirli olmasını istedi, biraz başardık. Sonrasında Bir sahilde deniz kenarında sakince oturduğunuzu ve elinizde sevdiğiniz bir içecek olduğunu hayal edin dedi. Oradayken kendinizi sinirli hayal edip gösterin dediğinde bunu hiç yapamadık. Beynin gerçek ve hayal arasındaki farkı kavrayamadığını, hayali de gerçek gibi algıladığını bu nedenle hayal etmenin önemini vurguladı. 

Beni tanıyanlar bilirler günlük iş ve ozel hayatımda Chatgpt4O akillandirarak sürekli kullanırım, etkinlik notlarımı tanımladım ve bir cümle ile ozetle dedim. Aşağıda onun da gorselini ekliyorum.

Sakız Adası

Gezmeyi çok seviyorum. Yeni yerler görmeyi, sevdiklerimle olmayı, yeni tatlar denemeyi ve sevmeyi.. yaptıklarımı, gördüklerimi, hissettiklerimi, bildiklerimi ve bilmediklerimi sevmeyi.. olanı olduğu gibi kabul etmeye çabalamayı seviyorum.

Sakız adası gezimizi eşim, oğlum, annem ,kardeşim ve sevgili eşi ile gerçekleştirdik. Size bu keyifli gezimizden, gezdiğimiz yerlerden bahsedeceğim. Temmuz sonunda yola çıktık. İstanbuldan arabamız ile hep birlikte Çeşme ye gittik. Çeşme de Cilek Marina Hotel de 1 gece kaldık. Bu otelin en önemli özelliği Çeşme limanına arabayla 2 dk mesafede olması. Bunun yanı sıra Otelimiz temizdi, güzeldi. Çeşme’de hep birlikte arabayla yemek yiyeceğimiz mekana doğru yola çıktık. Gittiğimiz restaurant denizin hemen karşısında, sakin, lezzetli deniz mezeleri ve lezzetli balık yediğimiz bir yer idi. Hepimiz sevdik, tavsiye ederiz. Ertesi sabah uyandık erkenden ve kahvalti başlamadan yarım saat önce, sağolsun otelin erken hazırlığı sayesinde,(1 gece önce kendilerinden rica ettik) kahvaltımızı hızlıca yaparak yola çıktık. Çeşmeden Sakız adasına gitmek çok kolay, iskelenin orada uzun bir kuyruk oluyor, nereden feribota bineceğini anlaman da kolay oluyor.

Sakız adasında 6 gece limana yakın Grecian Castle otelinde kaldık. Oteli beğendik; güzeldi, odalar yeni yapılan kısımdan alma konusunu gündeme getirin. Kahvaltısı olan bir oteldi ve kahvaltısı da güzeldi. Her gün kahvalti sonrası farklı farklı plajlara giderek denizin ve güneşin keyfini çıkardık. Tatilimizde genel olarak eklediğim Excel’den faydalandık fakat bazı günlerde planda değişiklik yaptık yani son halini yansıtmıyor fakat son haline yakın bir durumda 🙂

Tatilimizin özetini sevgili Çisem’in şuradaki videosunda bulabilirsin. İzlemeni tavsiye ediyorum.

Sevgili arkadaşlarımız Öznur ve Eyüp ile orada karşılaşıp birlikte zaman geçirmek de çok keyifli oldu.

Bengü bu tatilde gitmesek olmaz dediğin bir yer var mi diye sorarsan da Mavra Volia ve Salagona beach görmesen olmaz ve lütfen Sakızlı Su iç 🙂

Sevgiler

Ters Yüz 2

Oğlumun yaz tatili dönemindeyiz, benim de vaktim olduğunda birlikte keyifle sinemaya gidiyoruz. Son gittiğimiz film olan Ters Yüz 2 beni çok etkiledi. Çocuk komedi filmi olarak belirtilen bu film Amerikan Disney ve Pixar ortak yapımı ve 2024 yazında sinemalarda. Bu filmin bir önceki versiyonu Ters Yüz 1 ise 2015 yılında çekilmiş. Ters Yüz 1’i henüz izlemedim, oğlum Can okulda izlemiş ve 2.ye birlikte gitmek istedi. 1 i de ayrıca izleyince bu yazıya eklemelerim olursa yaparım.

Ters Yüz 2’de ergenlik dönemine giren bir genç kız konu alınıyor ve içindeki duygularının her biri bir karakter olarak karşımıza animasyon olarak çıkıyor. Benim filmden aldığım mesaj, duygularımızın hepsine yer olduğu, zaman zaman kaygılı, zaman zaman neşeli, zaman zaman öfkeli olmanın da potada olduğu ve kendimizle ilgili verdiğimiz kararın yaşadığımız duygularla ilişkili olduğu.. Bu film ile cocuklarda duygularımızın farkındalığını sağlamak çok değerli, bununla birlikte bu film bence sadece çocuklar için değil. Duygularının ne kadar hayatının merkezinde olduğunu göstermesi açısından yetişkinler için de çok değerli.

Neden aradan 9 yıl geçtikten sonra filmin devamı çekildi diye düşünürsek bence duyguların öneminin anlaşılması, profesyonel Koçluğun etkisinin görülmesi ve daha da yaygınlaşması sebepler arasında olabilir diye düşünüyorum. Chatgpt ye de bunu “sence duygulara yönelme ve koçluk etkisi arttığı için mi bu filmi simdi gündeme getirdiler?” Diye sordum. Yanıtı hoşuma gitti, paylaşıyorum.

ChatGPT:

“Inside Out 2″nin gündeme gelmesinin altında yatan nedenlerden biri, gerçekten de duygulara yönelme ve koçluk etkisinin artması olabilir. İşte bu düşünceyi destekleyen bazı noktalar:

  1. Duygusal Zeka ve Farkındalık: Son yıllarda duygusal zeka, farkındalık ve zihinsel sağlık konuları toplumda daha fazla önem kazanıyor. İnsanlar duygularını daha iyi anlamak ve yönetmek için çeşitli yollar arıyorlar. “Inside Out” gibi filmler, bu konuları ele alarak izleyicilere duygusal farkındalık ve anlayış kazandırmada yardımcı olabilir.
  2. Koçluk ve Mentorluk: Koçluk ve mentorluk, kişisel ve profesyonel gelişimde önemli araçlar haline geldi. Bu tür yaklaşımlar, duygusal durumların ve zorlukların üstesinden gelmek için etkili yöntemler sunar. “Inside Out” serisi, duyguların nasıl çalıştığını ve bunların yönetilmesinin önemini eğlenceli ve öğretici bir şekilde anlatıyor.
  3. Eğitim ve Aile: “Inside Out” gibi filmler, hem çocuklar hem de yetişkinler için öğretici olabilir. Aileler, çocuklarına duygusal farkındalık kazandırmak ve duygularını ifade etmeyi öğretmek için bu tür filmleri kullanabilirler.
  4. Toplumsal İlgi: Duygulara yönelik ilginin artması, medya ve eğlence sektöründe de yansıma bulur. Bu tür filmler, toplumsal ilgi ve taleplere cevap vermek için üretilebilir.
  5. Orijinal Filmin Başarısı: İlk filmin büyük bir başarı elde etmesi ve geniş bir izleyici kitlesine ulaşması, devam filmi için güçlü bir temel oluşturur. Duygusal konulara olan ilgi ve koçluk etkisinin artması da bu başarıyı destekler.

Bu faktörler, “Inside Out 2″nin neden şimdi gündeme geldiğini ve bu dönemde neden bu kadar etkili olabileceğini açıklamaya yardımcı olabilir.”

Can’ım 7 yaşında

Doğum günün üzerinden 7 yıl geçti. Sen doğduktan sonra ben anne oldum. Kendi içimde başka bir benle tanıştım. Seni çok seven, koruyup kollamaya çalışan, bir yandan özgür bırakmaya çalışan, her şeyi doğru yapmaya çalışırken arada yanlışlar da yapabileceğini kabul eden bir benle tanıştım. Ve, koçlukla birlikte hayatımda daha da farkında olduklarım var. Şu anda durduğum yerden canım oğlum Can Aslan’ı anlatmak istiyorum. Seni çok seviyorum, dolu dolu, çok çok, doyasıya seviyorum ve olabildiğince sevgimi paylaşmaya çalışıyorum. Sen çok doğal, mutlu, neşeli, hayattan keyif almayı bilen bir çocuksun. Denize girmeyi çok seviyorsun. Şu an tatildeyiz ve sen günün çoğunluğunda denizdesin. Senin doğumundan sonra ben de seninle yuzmekten, oynamaktan hep çok keyif alıyorum ve eskiden daha kısa girdiğim deniz giriş sürelerim çok uzadı. Artık aynı günde birçok kez dualara gidip gelebiliyorum 🥰 Sen bizimle yüzdüğün gibi, kendi kendine de kumdan oyunlar yapan, suyun içinde balık yakalama oyunları yapan, dalgalarla oynayıp kahkahalar atan, pozitif, keyif almayı seven bir çocuksun. Bu sene sen ilkokul 1. Sınıfı bitirdin. Okuma yazma öğrendin. Dönem ortasında okul değiştirdin. Bazen hayatta hayalimizdeki gibi gitmeyen anlar olabileceğini görüp onlarla nasıl başa çıkabileceğini gördüğün öğretici bir sene geçirdin. Yeni okuluna hemen adapte oldun, arkadaşlarını ve öğretmenlerini çok seviyorsun. Yüzme dersi aldigin Cenk ogretmenin yuzmeye yatkinligin dlsebebiyle yönlendirmesi üzerine bu sene Enkada kış spor okulunda yüzmeye başladın. Aikido öğrendin. İtu de, okulunda yüzme takımına seçildin ve orada da yüzmeye başladın. Haziran ayında okullar kapanmadan önce Enkada ilk yarışına katıldın, okulunu temsil ettin. Sene sonunda da temsiliyetin için teşekkür yazısı aldın karnenle birlikte.

Başarılı, hırslı, zeki, disiplinli, azimli ve sevgi dolu, merhametli, duygusal, tiyatrocu, sanatçı yanlarin var. Bir çok farklı yönün var. Sanata, müziğe yatkınsın, okulda ritm takımındaydın. Müzik kulağın çok iyi. Ve sene bitiminde Enka da yaz spor okuluna bir dönem devam ettin. Berrin yengenin, Nezih dayının sana hediye aldığı Tenis raketini kullanmaya başladın ve Tenis öğrendin. Yüzme ve tenis olarak çift branş tamamlayarak 2 madalya aldın.

Aikido da beyaz ve açık sarı kuşağı tamamlayarak koyu sarı kuşağa yukseldin. Annene ilham oldun. Senin iç disiplinin bana ilham oluyor oğlum. Temmuz ayında ben de benim için bambaşka bir spor olan Aikidoya başladım. Senden özendim. Seninle yapmak istedim. Ve çok sevdim. Bakarsın birkaç yıl sonra siyah kuşak olurum🥰

Sana şimdi sorsam, Can en sevdiğin renk ne desem mesela, anne söylemek zorunda mıyım dersin 🥰 o yüzden sormadan, bence en sevdiğin renk turuncu ve mavi diye düşüncemi yazacağım. Ingili mingili domini domini domini oyununu Enkada öğrenmişsin bizle onu oynamayı seviyorsun. Tenisi sevdin, kışın da devam etmek istiyorsun. Futbol ve yüzme de çok sevdiklerin. Okulda tenefuslerde arkadaşlarınla futbol oynuyorsun. Yüzme takımında haftada 3 gün antremanların oluyor ve her pazar 1 saat yaratıcı dramaya gidiyoruz. Belki bu kadar fazla şey çok mu diye Kulağa geliyor olabilir ama sen hepsini ayrı ayrı yapmayı seven, farkli, yaratıcı bir çocuksun. Erken kalkarsın. Mesela tatilde her sabah erkenden kalkıp kahvaltıdan önce denize gireriz biz. Sen kaldırırsın bizi.

Ne yaparsan keyifle yaparsın. Matematiği çok seversin. Bize toplama, çıkarmalar sordurursun. Yolda giderken tabelaları okursun, kuş yuvası bulma yarışları yaparız (kışın) ve her gece kitap okuruz. Şu sıra en sevdiğin kitap Cingo. Dün bana sordun, anne Cingonun devamını yazarsa Şermin abla alır mıyız diye, tabi alırız oğlum. Sen oku, hep çok oku. Yemek yapmayı seversin bunların yanında. Cizgifilm izlemeyi, online games den oyun oynamayı seversin. Piyano çalmayı öğrenmek.istiyorsun, Eylülde başlayacaksın. Hedeflerin ve isteklerin var. Sen ne yaparsan doğru yapacağından kuşkum yok. İlkokul daki.ilk ogretmenin Sevgi öğretmen seni doğru bir çocuk olarak anlatmıştı. Çok güzel bir ifade, Allah hep seni iyi insanlarla karşılaştırsın, eminim yolun çok güzel olacak.

Spagetti Bolognese

Can’ın geçtiğimiz son bir kaç ay içerisinde yeni keşfettiği bir yemek var, spagetti bolognese, geçenlerde Garfield ı konuşuyorduk, biz oğlumla Garfield e çok gülüyoruz, bazen haftasonları uyanınca Garfield saati yapıyoruz, izleyip izleyip gülüyoruz. E malumunuz Garfield lasagna çok sever, Can la lasagna gibi başka ne olur Garfield in seveceği diye düşünürken, bu geldi aklımıza, hadi deneyeyim dedi Can. Dışarıda yemekteyiz o sırada, sosunu ayrı istedik sever mi diye emin olamayarak.  Ama sosunu üstüne ekleyebilir ekleyebilir yedi maşallah. Ve şu an en sevdigi yemek sırasında ne var tahmin et 🥰🫠 evet doğru tahmin, yemeğimiz ilk sıraya yükseldi. Afiyet olsun yavrum benim

İlkokul 1.Sınıfın 1.Günü

İlkokul birinci sınıfın ilk gününü, okula gittiğimizdeki heyecanımı, okul bahçesinin ve okulun bana olduğundan büyük gelişinin hissini çok net hatırlıyorum. Belki de henuz tanımadığım arkadaşlarım ve öğretmenimle nasıl yakın olacağımızı bilemediğim ve kalabalık içerisinde yalnız hissetmeyi deneyimlediğim ilk an olabilir. Tatlı oğlumuz Can da bugün 1. Sınıfa başladı. Can’ın heyecanı,azmi ve duygularının bu kadar farkında olarak kendini ifade edebilmesi beni çok mutlu ediyor. Biliyorum ki duygularımızın, içimizdeki benin ne kadar farkında olursak hayatta o kadar rahat ve akışta kalarak ilerleriz. Oğlum; sevgi dolu, azimli, başarılı, sürekli gelişime önem veren, Atatürk ilkelerine bağlı ve şimdiki gibi mutlu bir çocuk olarak eğitim ve öğretim hayatına devam etmen dileklerimle…Okul hayatına yeni başlayan ve bu yolda devam eden tüm öğrencilerimize keyifli ve başarılı bir yıl diliyorum. #eğitim #sürekligelişim #Atatürkilkeleri #mutlu

Montessori Metodu Hk.

Daha fazla kişiye ulaşması ve daha fazla aileye fayda yaratması adına sizlere uzmanlık alanım olmayan ama uzun süredir deneyimlediğim ve çok faydalarını gördüğüm oğlum Can büyürken tanıştığım bir metoddan ve bu metodu uygulayan okullardan bahsetmek istiyorum.  Montessori metodu Dr. Maria Montessori tarafından bulunan ve  Türkiye’de de bazı okullarda uygulanan bir metod. Dr. Maria Montessori’ye göre çocuklar çevrelerini öğrenmeye yönelik içgüdüsel bir arzu taşıyorlar. Bu metodun özelliği sevgiye ve barışa dayanarak,  her bir çocuğun eşsiz olduğunu kabul ederek çocuğun ihtiyaçlarına göre hareket edebileceği alan yaratmak. Bu okullarda Öğretmenin rolü çocukların çalışmalarına destek olmak ve çocukların içsel motivasyonlarını geliştirmelerine destek olmak. Öğretmeni ev sahibi lidere benzetiyorum, okula çocukların gelmesi sanki çocuklar ortak evlerine gelmişler ve bir ihtiyaçları/engelleri olduğunda ev sahibinden yardım istiyorlar. Montessori Yöntemi’nde çocuklar belirli kurallar çerçevesinde bununla birlikte özgürce aynı sınıfın içinde ve aynı anda duyu, matematik, okuryazarlık, günlük hayat, kültür çalışmaları yapabiliyorlar. Montessori Yöntemi’nde soyut kavramların somut bir şekilde sunulması Montessori Araçları ile mümkün oluyor.

Montessori Methodu Agile’da bahsettiğimiz Motivasyon 3.0’ın ilkeleri ile de birbirine çok benziyor. Drive kitabından bir alıntı yapmak isterim. “Montesori metodunun ana ilkeleri ile Motivasyon 3.0’ın ilkeleri birbirine çok benzer. Her ikisi de çocukların eğitimlerinde söz sahibi olmaları, bağımsız bir şekilde ders görmeleri gerektiğini söyler. Öğretmenler, ders veren veya komuta eden kişiler değil sadece birer gözlemci ve kolaylaştırıcı olmalıdır. Çocuklar, doğal olarak yoğun odaklanma, konsantrasyon ve akış anları yaşarlar. Yetişkinler bu anlara müdahale etmemek için ellerinden geleni yapmalıdır”.

Kitap adı: Drive, Yazarı: Daniel H. Pink

Bu bilgilerin ışığında Google’ın kurucuları Lary Page ve Sergey Brin’in de Montessori Eğitimi almış olmaları beni çok şaşırtmadı. 

“Larry’s and Sergey’s ideas about how work could be were also informed by their early experiences at school. As Sergey has commented: “I do think I benefited from the Montessori education, which in some ways gives the students a lot more freedoms to do things at their own pace.” Marissa Mayer, at the time a Google vice president of product management and now CEO of Yahoo, told Steven Levy in his book In the Plex: “You can’t understand Google … unless you know that both Larry and Sergey were Montessori kids.”22 This teaching environment is tailored to a child’s learning needs and personality, and children are encouraged to question everything, act of their own volition, and create.”

Kitap adı: Work Rules , Yazarı: Laszlo Bock 

Dr. Maria Montessori kimdir? Dr. Maria Montessori 1870 yılında bir İtalyan kasabasında doğmuş ve İtalya’da tıp fakültesine giden ilk kız öğrenci, ilk kadın tıp doktoru olmuştur. Sonrasında Eğitim felsefesi ve antropoloji okumuştur. 1907 de ilk Çocuklar Evi mi açmıştır. 1912 de ABD de Montesori Metodu adlı kitabı best seller olmuş ve 20 dile çevrilmiştir. 1949 yılında Nobel Barış Ödülü almıştır ve 1952 yolunda ölmüştür. Başlıca eserleri: Emici Zihin, Çocukluğun Keşfi, Çocukluğun Sırrı